Yargıtay Birinci Başkanı Ali Alkan, devletin zirvesinin katıldığı 2013-2014 adli yıl açılış programında ifade özgürlüğüne vurgu yaptı. Alkan, "Tarih farklı düşünenlerin maruz kaldığı üzücü olaylara şahitlik etmiş ve maalesef bu gün de devam etmektedir. İfade özgürlüğüne meşru olmayan nedenlerle yapılacak her müdahale, aynı zamanda büyük toplumsal müzakereyi engelleyecek ve uzlaşma zeminine giden yolları kapatacaktır." uyarısında bulundu.
"Devlet, izlemek, imkân sağlamak ya da uygulamak zorunda olduğu düşünce karşısında beğenmemek biçiminde bile olsa tavır almamalıdır." diyerek uyarılarını sürdüren Alkan, "Demokrasinin, belki de en güçlü olduğu farklı düşünceleri içinde barındırma yönü aynı zamanda onun risk potansiyelini de oluşturmaktadır. Ancak bu risk potansiyeli, kendisini koruma saikiyle başvurulacak otoriter yöntemleri meşru hale getirmez ve kendisini otoriter garanti mekanizmalarına bağlamasına meşru bir dayanak oluşturmaz. Demokrasi siyasi tercihe, siyasi rızaya ve siyasi tahammüle dayanır. Demokrasilerde yönetim, kendisine yakın olanlara teslim olmadığı gibi uzak olanları da dışlamaz. Demokratik rejimlerde kişiler ya da kesimler dost-düşman tanımlamasına göre değil insani değerler ekseninde değerlendirilir." diye konuştu.
2013-2014 adli yılı, devletin üst kademesinin katıldığı açılış programıyla başladı. Açılışa Cumhurbaşkanı Abdullah gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bakanlar ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu katıldı. Yargıtay üyeleri, davetlileri programın gerçekleştiği Marriott Oteli'nin girişinde karşıladı.
Açılışta saygı duruşu, İstiklal Marşı'nın okunması, Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu'nun çeşitli eserleri seslendirmesinin ardından Yargıtay Birinci Başkanı Ali Alkan bir konuşma yaptı. Alkan, konuşmasının başında adli yıla ilişkin temennilerini dile getirdi: "2013-2014 adli yılını, hak ve özgürlüklerin hayata geçirildiği, her türlü şiddet ve nefret söyleminin terk edildiği, insanların birbirlerini farklılıklarıyla kabul ettiği, hukuk devleti idealine ulaşma yönünde atılan demokratik adımlarla büyük mesafelerin alındığı, barış içinde geçen bir yıl olması dileğiyle açıyorum."
Ali Alkan, konuşmasını ifade özgürlüğüne vurgu yaparak sürdürdü: "İnsanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisi de düşünebilme ve düşüncesini ifade edebilme yeteneğidir. İnsanlar, bu yetenekleri sayesinde başkaları ile iletişim kurabilir ve kendilerini her yönden geliştirebilirler. İletişim, insanların birbirlerini anlamalarını ve iyi olanı birlikte tasarlamalarını sağlayacak çok önemli bir araçtır. İnsanların düşüncelerini özgürce ifade edebilmeleri ve birbirleriyle iletişim kurabilmeleri, toplumsal düzenin bizzat toplum tarafından sağlam bir şekilde oluşturulmasını ve sağlıklı biçimde korunmasını temin eder. Düşüncesini özgürce ifade edebilen her bir kesim; kendisini olduğu gibi anlatma imkânını bulacak, böylece farklılıkların birer zenginlik olduğu kabullenilecek ve müşterek yönler keşfedilip birlikte yaşamanın şifreleri ortaya çıkarılacaktır."
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE MEŞRU OLMAYAN MÜDAHALE UZLAŞMA YOLLARINI KAPATIR
İnsanların düşüncelerini özgürce ifade etmeleri ile uygarlığın bu aşamaya geldiğini kaydeden Yargıtay Başkanı, "Ne var ki tarih farklı düşünenlerin maruz kaldığı üzücü olaylara şahitlik etmiş ve maalesef bu gün de devam etmektedir. İfade özgürlüğüne meşru olmayan nedenlerle yapılacak her müdahale, aynı zamanda büyük toplumsal müzakereyi engelleyecek ve uzlaşma zeminine giden yolları kapatacaktır. İnsanların düşüncelerini özgürce ifade edemedikleri toplumlarda, bunun bedelinin çok ağır ödendiği ve ifade edilemeyen taleplerin birer sosyal risk ve manipülasyon alanı olarak ortaya çıktığı tarihsel tecrübeyle gözlemlenmektedir." diye konuştu.
Alkan, şöyle devam etti: "Bir düşünce ve kanaate sahip olma, bunu açıklama, yayma ve uygulama hakkının meşru sınırlar içerisinde gerçekleşebilmesi için devlet bazen bir düşüncenin açıklanmasını izleyici, bazen imkân sağlayıcı, bazen de siyasal partilerin iktidara gelmesinde olduğu gibi, bizzat uygulayıcı konumda olması gerekebilir. Hiçbir durumda devlet, izlemek, imkân sağlamak ya da uygulamak zorunda olduğu düşünce karşısında beğenmemek biçiminde bile olsa tavır almamalıdır."
İfadenin açıklanma biçiminin, en az içeriği kadar önemli olduğunu dile getiren Alkan, "Başka düşünce ve kanaate tahammülü olmayan, düşmanca ifade yöntemleri ifade özgürlüğü talebiyle çelişmektedir. Irkçılık, şiddete çağrı ve nefret söylemi içeren söz ve davranışların ifade özgürlüğü kapsamında düşünülmesi mümkün değildir. Son yıllarda; dünyada ve ülkemizde şiddet ve nefret söyleminin bir ifade biçimi olarak ortaya çıktığını ve yaygın olarak kullanıldığını üzülerek görmekteyiz. İfade özgürlüğüne yönelik bu somut şiddet ve nefret tehlikesine karşı kamu otoriteleri, siyasi ve sosyal liderler ile sivil toplum birlikte adım atmalıdır. Her türlü düşüncenin açıklanması ve siyasi partiler aracılığıyla hayata geçirilmesi, anayasada da ifade edildiği gibi, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez bir unsurudur." şeklinde konuştu
Anayasanın, din ve vicdan özgürlüğü ile bireylerin içsel düşünce serbestliğini, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile tekil olarak düşüncelerini ifade edebilmelerini, basın özgürlüğü ile düşüncelerini kitlelere yayabilmeyi, toplantı ve gösteri özgürlüğü ile düşüncelerini birden fazla kişiyle bir araya gelerek ifade edebilmelerini, dernek kurma özgürlüğü ile düşüncelerini hayata geçirebilmelerini ve siyasi parti kurabilme ve üye olabilme özgürlüğü ile de düşüncelerini iktidara gelerek uygulayabilme özgürlüğünü garanti altına aldığının altını çizen Alkan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bireylerin öncelikle özgürce düşünebilmesi esas olduğundan bu esası hayata geçirecek temel hak, din ve vicdan özgürlüğüdür. Herkesin istediği gibi düşünebilmesi, yaşayabilmesi ve inanabilmesi bu yolla sağlanabildiğinden, vicdanı ve düşüncesi özgür kişilerden müteşekkil gelişmeye açık toplum bu özgürlük sayesinde oluşturulabilecektir. Bunu gerçekleştirebilmek için de eğitim sisteminin özgür düşünceyi sağlayıcı biçimde kurgulanması, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, gerek düşünce gerek yaşayış olarak, din ve vicdan özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, özgür düşünceyi geliştirici felsefi yaklaşımların ve ifade çeşitliliğinin zenginleşmesine imkân sağlayacak biçimde sanattan edebiyata kadar her türlü yöntemin geliştirilmesi, sivil toplumun sahip olduğu düşüncelerini yayabilmesi ve uygulayabilmesinin önündeki engellerin kaldırılması bu özgürlüğün gereklerindendir."
"DEMOKRASİLERDE RİSK POTANSİYELİ, OTORİTER YÖNTEMLERİ MEŞRU KILMAZ"
Demokratik bir toplumda kişilerin herhangi bir düşünceye sahip olmasının, o düşünceyi bireysel ya da toplu olarak ifade edebilmesinin, sivil toplum aracılığıyla uygulamaya çalışmasının ve hatta siyasi partiler kurup iktidar olarak hayata geçirebilmesinin mümkün ve meşru olduğunu belirten Yargıtay Başkanı, "Demokrasinin, belki de en güçlü olduğu farklı düşünceleri içinde barındırma yönü aynı zamanda onun risk potansiyelini de oluşturmaktadır. Ancak bu risk potansiyeli, kendisini koruma saikiyle başvurulacak otoriter yöntemleri meşru hale getirmez ve kendisini otoriter garanti mekanizmalarına bağlamasına meşru bir dayanak oluşturmaz. Demokrasi siyasi tercihe, siyasi rızaya ve siyasi tahammüle dayanır. Demokrasilerde yönetim, kendisine yakın olanlara teslim olmadığı gibi uzak olanları da dışlamaz. Demokratik rejimlerde kişiler ya da kesimler dost-düşman tanımlamasına göre değil insani değerler ekseninde değerlendirilir. Temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması bakımından uzaktakiler-yakındakiler ayrımı asla akla gelmemelidir. Demokratik toplumda; kişiler arasında, kişilerle devlet kurumları arasında, devlet kurumlarının kendi aralarında ve hatta devletin diğer devletlerle olan ilişkileri, 'Devlet Kuramı' esasına uygun biçimde, denetime açık ve hukuk kurallarına bağlı olarak yürütülür. Demokratik toplumlarda sahip olunan değerler dayatmayla değil, toplumsal kabulle oluşur. Kişiler sahip oldukları düşünceyi açıklayarak, yayarak ve hatta aynı düşüncedekilerle birlikte uygulayarak toplumun beğenisine sunar ve toplum tarafından benimsenmesi halinde bu düşünce bir değer haline gelir."
Kişilerin sahip olduğu düşüncelerini iktidarlara ve başkalarına kabul ettirebilmek amacıyla çeşitli organizasyonlar yapabilmelerinin meşru bir yol olduğunu kaydeden Alkan, "Ne var ki, sahip olunan düşüncenin başkalarına kabul ettirilmesi için seçilen yöntemler arasında insanlık tarihinin gördüğü en kötü ve en kabul edilemez yöntem ise terördür. Amacına cebir ve şiddet kullanmak suretiyle ulaşmayı hedefleyen terörün, herhangi bir hak ve özgürlükle açıklanabilmesi, mazur gösterilmesi mümkün değildir." ifadelerini kullandı.
ÇÖZÜM SÜRECİ TAVSİYESİ
Konuşmasında terörü sona erdirme yönünde atılan adımların ve gösterilen çabaların amacına ulaşmasını temenni ettiklerini de söyleyen Alkan, "Lakin, terör örgütünün alışkanlıklarını bırakmasının ve terör örgütüne karşı hassasiyetleri oldukça gelişmiş olan toplumun sürece inanmasının hayli zor olacağı gözden uzak tutulmamalıdır." tavsiyesinde bulundu.
Devletin meşru erklerini ve temel organlarını hedef alan ve organize biçimde cebir, şiddet, tehdit, korkutma, yıldırma ve sindirme yoluyla işlenen eylemler terör eylemleri olduğunu kaydeden Yargıtay Başkanı, "Hiçbir çağdaş hak ve özgürlük sistemi kendisini tehdit eden eylem ve yöntemlere göz yummayacak ve bunlara müdahaleden geri durmayacaktır." dedi.
AİLE İÇİ ŞİDDET
Konuşmasında aile içi şiddete de değinen Ali Alkan, "Son yıllarda, bu hususlarda yasal düzenlemeler yapılmak veya yeni müesseseler oluşturulmak suretiyle etkin önlemler alındığını memnuniyetle izlemekteyiz. Bu olumlu gelişmelere karşılık, sorunun kamuoyunu tatmin edecek ölçüde çözüme kavuşturulduğu söylenemez. Yargıtay da bu konuda hassas davranmakta, aile içi şiddetle ilgili sorunların çözümüne ciddi anlamda katkıda bulunacak içtihatlar oluşturmaktadır." şeklinde konuştu.
Yürütme ve yasama işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyecek olan yargının, diğer organlar karşısında tam bir bağımsızlığa sahip olmaması halinde etkin bir yargı denetiminden söz edilemeyeceğini ifade eden Ali Alkan, "Zira yargı bağımsızlığı olması gereken düzeyin altında kaldığı sürece hukuk devleti tam olarak gerçekleşmeyecektir. Hukuk devletinin olmazsa olmazlarından birisi de yargının tarafsızlığıdır. Tarafsızlık, hakimin baskı altında kalmadan, etkilere kapalı, taraf tutmadan, objektif olarak yargılama yapması, hukuka ve vicdanına göre karar vermesidir. Bağımsızlık hakimin, tarafsızlık ise bireyin güvencesidir. Hukuk devleti, devlet erklerinin keyfilik yerine hukukla bağlılığını, hukuk kuralları çerçevesinde bağımsız bir erk tarafından denetlenmesini, dolayısıyla kuvvetler ayrılığı prensibinin benimsenmesini, denetim yapacak erkin denetim yapacağı mekanizmalara karşı yeterli ve olması gereken düzeyde bağımsızlığını ve tarafsızlığını da gerektirir." dedi.
YENİ ANAYASA VURGUSU
Hak ve özgürlüklerin sadece bağımsız yargı yoluyla değil, öncelikle en üst norm olan anayasal düzeyde güvenceye bağlanması gerektiğini ifade eden Ali Alkan, "Bu bağlamda şunu önemle ifade etmek isterim ki; Türkiye'nin bir anayasa değişikliğine değil, toplumsal uzlaşmaya dayanan hak ve özgürlükleri esas alan yeni bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır. Yeni bir anayasa yapma konusunda topluma karşı yükümlü olan Meclis'teki tüm siyasi partiler, hangi gerekçe ile olursa olsun belli konularda anlaşıp sadece bu değişiklikleri gerçekleştirmeleri, yeni anayasa yapma konusundaki topluma karşı olan yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz. Anayasalar, anlık olaylara verilen tepkisel yaklaşımlarla değil evrensel normlar doğrultusunda hazırlanmalı, sadece temel ilkeleri içeren kısa bir metinden oluşmalı ve ayrıntılı düzenlemeler içermemelidir. Aksi halde, devletin dünyadaki hızlı değişime paralel olarak kendisini değiştirmesi ve yenilemesi güçleşecektir." değerlendirmesinde bulundu.
Yargıtay Başkanı'nın ardından Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu bir konuşma yaptı. Açılış programının ardından yargı mensupları Anıtkabir'i ziyaret edecek ve çelenk bırakacak. Akşam da TBMM Havuzlu Bahçe'de 'Adli Yılı Açılış Kokteyli' verilecek.
"Devlet, izlemek, imkân sağlamak ya da uygulamak zorunda olduğu düşünce karşısında beğenmemek biçiminde bile olsa tavır almamalıdır." diyerek uyarılarını sürdüren Alkan, "Demokrasinin, belki de en güçlü olduğu farklı düşünceleri içinde barındırma yönü aynı zamanda onun risk potansiyelini de oluşturmaktadır. Ancak bu risk potansiyeli, kendisini koruma saikiyle başvurulacak otoriter yöntemleri meşru hale getirmez ve kendisini otoriter garanti mekanizmalarına bağlamasına meşru bir dayanak oluşturmaz. Demokrasi siyasi tercihe, siyasi rızaya ve siyasi tahammüle dayanır. Demokrasilerde yönetim, kendisine yakın olanlara teslim olmadığı gibi uzak olanları da dışlamaz. Demokratik rejimlerde kişiler ya da kesimler dost-düşman tanımlamasına göre değil insani değerler ekseninde değerlendirilir." diye konuştu.
2013-2014 adli yılı, devletin üst kademesinin katıldığı açılış programıyla başladı. Açılışa Cumhurbaşkanı Abdullah gül, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bakanlar ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu katıldı. Yargıtay üyeleri, davetlileri programın gerçekleştiği Marriott Oteli'nin girişinde karşıladı.
Açılışta saygı duruşu, İstiklal Marşı'nın okunması, Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu'nun çeşitli eserleri seslendirmesinin ardından Yargıtay Birinci Başkanı Ali Alkan bir konuşma yaptı. Alkan, konuşmasının başında adli yıla ilişkin temennilerini dile getirdi: "2013-2014 adli yılını, hak ve özgürlüklerin hayata geçirildiği, her türlü şiddet ve nefret söyleminin terk edildiği, insanların birbirlerini farklılıklarıyla kabul ettiği, hukuk devleti idealine ulaşma yönünde atılan demokratik adımlarla büyük mesafelerin alındığı, barış içinde geçen bir yıl olması dileğiyle açıyorum."
Ali Alkan, konuşmasını ifade özgürlüğüne vurgu yaparak sürdürdü: "İnsanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisi de düşünebilme ve düşüncesini ifade edebilme yeteneğidir. İnsanlar, bu yetenekleri sayesinde başkaları ile iletişim kurabilir ve kendilerini her yönden geliştirebilirler. İletişim, insanların birbirlerini anlamalarını ve iyi olanı birlikte tasarlamalarını sağlayacak çok önemli bir araçtır. İnsanların düşüncelerini özgürce ifade edebilmeleri ve birbirleriyle iletişim kurabilmeleri, toplumsal düzenin bizzat toplum tarafından sağlam bir şekilde oluşturulmasını ve sağlıklı biçimde korunmasını temin eder. Düşüncesini özgürce ifade edebilen her bir kesim; kendisini olduğu gibi anlatma imkânını bulacak, böylece farklılıkların birer zenginlik olduğu kabullenilecek ve müşterek yönler keşfedilip birlikte yaşamanın şifreleri ortaya çıkarılacaktır."
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE MEŞRU OLMAYAN MÜDAHALE UZLAŞMA YOLLARINI KAPATIR
İnsanların düşüncelerini özgürce ifade etmeleri ile uygarlığın bu aşamaya geldiğini kaydeden Yargıtay Başkanı, "Ne var ki tarih farklı düşünenlerin maruz kaldığı üzücü olaylara şahitlik etmiş ve maalesef bu gün de devam etmektedir. İfade özgürlüğüne meşru olmayan nedenlerle yapılacak her müdahale, aynı zamanda büyük toplumsal müzakereyi engelleyecek ve uzlaşma zeminine giden yolları kapatacaktır. İnsanların düşüncelerini özgürce ifade edemedikleri toplumlarda, bunun bedelinin çok ağır ödendiği ve ifade edilemeyen taleplerin birer sosyal risk ve manipülasyon alanı olarak ortaya çıktığı tarihsel tecrübeyle gözlemlenmektedir." diye konuştu.
Alkan, şöyle devam etti: "Bir düşünce ve kanaate sahip olma, bunu açıklama, yayma ve uygulama hakkının meşru sınırlar içerisinde gerçekleşebilmesi için devlet bazen bir düşüncenin açıklanmasını izleyici, bazen imkân sağlayıcı, bazen de siyasal partilerin iktidara gelmesinde olduğu gibi, bizzat uygulayıcı konumda olması gerekebilir. Hiçbir durumda devlet, izlemek, imkân sağlamak ya da uygulamak zorunda olduğu düşünce karşısında beğenmemek biçiminde bile olsa tavır almamalıdır."
İfadenin açıklanma biçiminin, en az içeriği kadar önemli olduğunu dile getiren Alkan, "Başka düşünce ve kanaate tahammülü olmayan, düşmanca ifade yöntemleri ifade özgürlüğü talebiyle çelişmektedir. Irkçılık, şiddete çağrı ve nefret söylemi içeren söz ve davranışların ifade özgürlüğü kapsamında düşünülmesi mümkün değildir. Son yıllarda; dünyada ve ülkemizde şiddet ve nefret söyleminin bir ifade biçimi olarak ortaya çıktığını ve yaygın olarak kullanıldığını üzülerek görmekteyiz. İfade özgürlüğüne yönelik bu somut şiddet ve nefret tehlikesine karşı kamu otoriteleri, siyasi ve sosyal liderler ile sivil toplum birlikte adım atmalıdır. Her türlü düşüncenin açıklanması ve siyasi partiler aracılığıyla hayata geçirilmesi, anayasada da ifade edildiği gibi, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez bir unsurudur." şeklinde konuştu
Anayasanın, din ve vicdan özgürlüğü ile bireylerin içsel düşünce serbestliğini, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile tekil olarak düşüncelerini ifade edebilmelerini, basın özgürlüğü ile düşüncelerini kitlelere yayabilmeyi, toplantı ve gösteri özgürlüğü ile düşüncelerini birden fazla kişiyle bir araya gelerek ifade edebilmelerini, dernek kurma özgürlüğü ile düşüncelerini hayata geçirebilmelerini ve siyasi parti kurabilme ve üye olabilme özgürlüğü ile de düşüncelerini iktidara gelerek uygulayabilme özgürlüğünü garanti altına aldığının altını çizen Alkan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bireylerin öncelikle özgürce düşünebilmesi esas olduğundan bu esası hayata geçirecek temel hak, din ve vicdan özgürlüğüdür. Herkesin istediği gibi düşünebilmesi, yaşayabilmesi ve inanabilmesi bu yolla sağlanabildiğinden, vicdanı ve düşüncesi özgür kişilerden müteşekkil gelişmeye açık toplum bu özgürlük sayesinde oluşturulabilecektir. Bunu gerçekleştirebilmek için de eğitim sisteminin özgür düşünceyi sağlayıcı biçimde kurgulanması, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, gerek düşünce gerek yaşayış olarak, din ve vicdan özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, özgür düşünceyi geliştirici felsefi yaklaşımların ve ifade çeşitliliğinin zenginleşmesine imkân sağlayacak biçimde sanattan edebiyata kadar her türlü yöntemin geliştirilmesi, sivil toplumun sahip olduğu düşüncelerini yayabilmesi ve uygulayabilmesinin önündeki engellerin kaldırılması bu özgürlüğün gereklerindendir."
"DEMOKRASİLERDE RİSK POTANSİYELİ, OTORİTER YÖNTEMLERİ MEŞRU KILMAZ"
Demokratik bir toplumda kişilerin herhangi bir düşünceye sahip olmasının, o düşünceyi bireysel ya da toplu olarak ifade edebilmesinin, sivil toplum aracılığıyla uygulamaya çalışmasının ve hatta siyasi partiler kurup iktidar olarak hayata geçirebilmesinin mümkün ve meşru olduğunu belirten Yargıtay Başkanı, "Demokrasinin, belki de en güçlü olduğu farklı düşünceleri içinde barındırma yönü aynı zamanda onun risk potansiyelini de oluşturmaktadır. Ancak bu risk potansiyeli, kendisini koruma saikiyle başvurulacak otoriter yöntemleri meşru hale getirmez ve kendisini otoriter garanti mekanizmalarına bağlamasına meşru bir dayanak oluşturmaz. Demokrasi siyasi tercihe, siyasi rızaya ve siyasi tahammüle dayanır. Demokrasilerde yönetim, kendisine yakın olanlara teslim olmadığı gibi uzak olanları da dışlamaz. Demokratik rejimlerde kişiler ya da kesimler dost-düşman tanımlamasına göre değil insani değerler ekseninde değerlendirilir. Temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması bakımından uzaktakiler-yakındakiler ayrımı asla akla gelmemelidir. Demokratik toplumda; kişiler arasında, kişilerle devlet kurumları arasında, devlet kurumlarının kendi aralarında ve hatta devletin diğer devletlerle olan ilişkileri, 'Devlet Kuramı' esasına uygun biçimde, denetime açık ve hukuk kurallarına bağlı olarak yürütülür. Demokratik toplumlarda sahip olunan değerler dayatmayla değil, toplumsal kabulle oluşur. Kişiler sahip oldukları düşünceyi açıklayarak, yayarak ve hatta aynı düşüncedekilerle birlikte uygulayarak toplumun beğenisine sunar ve toplum tarafından benimsenmesi halinde bu düşünce bir değer haline gelir."
Kişilerin sahip olduğu düşüncelerini iktidarlara ve başkalarına kabul ettirebilmek amacıyla çeşitli organizasyonlar yapabilmelerinin meşru bir yol olduğunu kaydeden Alkan, "Ne var ki, sahip olunan düşüncenin başkalarına kabul ettirilmesi için seçilen yöntemler arasında insanlık tarihinin gördüğü en kötü ve en kabul edilemez yöntem ise terördür. Amacına cebir ve şiddet kullanmak suretiyle ulaşmayı hedefleyen terörün, herhangi bir hak ve özgürlükle açıklanabilmesi, mazur gösterilmesi mümkün değildir." ifadelerini kullandı.
ÇÖZÜM SÜRECİ TAVSİYESİ
Konuşmasında terörü sona erdirme yönünde atılan adımların ve gösterilen çabaların amacına ulaşmasını temenni ettiklerini de söyleyen Alkan, "Lakin, terör örgütünün alışkanlıklarını bırakmasının ve terör örgütüne karşı hassasiyetleri oldukça gelişmiş olan toplumun sürece inanmasının hayli zor olacağı gözden uzak tutulmamalıdır." tavsiyesinde bulundu.
Devletin meşru erklerini ve temel organlarını hedef alan ve organize biçimde cebir, şiddet, tehdit, korkutma, yıldırma ve sindirme yoluyla işlenen eylemler terör eylemleri olduğunu kaydeden Yargıtay Başkanı, "Hiçbir çağdaş hak ve özgürlük sistemi kendisini tehdit eden eylem ve yöntemlere göz yummayacak ve bunlara müdahaleden geri durmayacaktır." dedi.
AİLE İÇİ ŞİDDET
Konuşmasında aile içi şiddete de değinen Ali Alkan, "Son yıllarda, bu hususlarda yasal düzenlemeler yapılmak veya yeni müesseseler oluşturulmak suretiyle etkin önlemler alındığını memnuniyetle izlemekteyiz. Bu olumlu gelişmelere karşılık, sorunun kamuoyunu tatmin edecek ölçüde çözüme kavuşturulduğu söylenemez. Yargıtay da bu konuda hassas davranmakta, aile içi şiddetle ilgili sorunların çözümüne ciddi anlamda katkıda bulunacak içtihatlar oluşturmaktadır." şeklinde konuştu.
Yürütme ve yasama işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyecek olan yargının, diğer organlar karşısında tam bir bağımsızlığa sahip olmaması halinde etkin bir yargı denetiminden söz edilemeyeceğini ifade eden Ali Alkan, "Zira yargı bağımsızlığı olması gereken düzeyin altında kaldığı sürece hukuk devleti tam olarak gerçekleşmeyecektir. Hukuk devletinin olmazsa olmazlarından birisi de yargının tarafsızlığıdır. Tarafsızlık, hakimin baskı altında kalmadan, etkilere kapalı, taraf tutmadan, objektif olarak yargılama yapması, hukuka ve vicdanına göre karar vermesidir. Bağımsızlık hakimin, tarafsızlık ise bireyin güvencesidir. Hukuk devleti, devlet erklerinin keyfilik yerine hukukla bağlılığını, hukuk kuralları çerçevesinde bağımsız bir erk tarafından denetlenmesini, dolayısıyla kuvvetler ayrılığı prensibinin benimsenmesini, denetim yapacak erkin denetim yapacağı mekanizmalara karşı yeterli ve olması gereken düzeyde bağımsızlığını ve tarafsızlığını da gerektirir." dedi.
YENİ ANAYASA VURGUSU
Hak ve özgürlüklerin sadece bağımsız yargı yoluyla değil, öncelikle en üst norm olan anayasal düzeyde güvenceye bağlanması gerektiğini ifade eden Ali Alkan, "Bu bağlamda şunu önemle ifade etmek isterim ki; Türkiye'nin bir anayasa değişikliğine değil, toplumsal uzlaşmaya dayanan hak ve özgürlükleri esas alan yeni bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır. Yeni bir anayasa yapma konusunda topluma karşı yükümlü olan Meclis'teki tüm siyasi partiler, hangi gerekçe ile olursa olsun belli konularda anlaşıp sadece bu değişiklikleri gerçekleştirmeleri, yeni anayasa yapma konusundaki topluma karşı olan yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz. Anayasalar, anlık olaylara verilen tepkisel yaklaşımlarla değil evrensel normlar doğrultusunda hazırlanmalı, sadece temel ilkeleri içeren kısa bir metinden oluşmalı ve ayrıntılı düzenlemeler içermemelidir. Aksi halde, devletin dünyadaki hızlı değişime paralel olarak kendisini değiştirmesi ve yenilemesi güçleşecektir." değerlendirmesinde bulundu.
Yargıtay Başkanı'nın ardından Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu bir konuşma yaptı. Açılış programının ardından yargı mensupları Anıtkabir'i ziyaret edecek ve çelenk bırakacak. Akşam da TBMM Havuzlu Bahçe'de 'Adli Yılı Açılış Kokteyli' verilecek.
Yorum Gönder